Kanser ve Cinsellik
KANSER VE CİNSELLİK
Nóella Jarrousse
Çeviren: Kemal Özcan, Psikolog
Not: Aşaǧıdaki çeviri makalede psikolojik yardım alan kişiye danışan yerine hasta denmiştir, bunun nedeni tedavi gören kişinin kanser hastası olması ve tedavinin doktor tarafından yapılmasıdır.
Kanserin erken teşhisi ve gelişen tedavi yöntemleri, birçok kanserli hastanın bu hastalığı aşmasına olanak sağlamıştır.Tedavi boyunca yaşanan sancılı süreç, hastanın psikolojik ve fizyolojik anlamda önemli değişiklikler yaşamasına neden olmaktadır. Bu kişiler bir felaketten sonra hayatta kalmayı başarmış insanların psikolojisinin benzeri bir ruh haline sahip olmaktadır (Brotto ve Kingsberg, 2010).

Kanser sonrası iyileşenler, bunu kendi deyimleriyle “ölümle flört etmek” şeklinde tanımlamaktadır. Burada medikal tedavinin amacı onların hayatta kalmasını sağlamak olduğu kadar, kaliteli bir yaşam sürmeleri, hayatla flört etmelerini sağlamak olmalıdır.
Kanser latince “yengeç” anlamına gelmektedir. Bu karşılıklı iki kıskaç sembolik dilde, erkek ve kadın (ying ve yang) manasına gelmektedir.
Bu hastalığa yakalanan insanlar, duygularını “Bunu biz istemedik, biz seçmedik” şeklinde ifade etmektedir. Yoğun stres durumlarında kanserin daha kolay ortaya çıktıǧına dair iddialar olsa da bilim henüz bunu tam olarak kanıtlayamadı. Bu durum daha çok bir talihsizlik, bir haksızlık gibi görülüyor ve kişi geçmişini ve cinsel kimliğini sorgulamaya başlıyor (Jarrousse, 1999).
Kanser ve yaşam kalitesi ile ilgili Paris’ te yapılan bir araştırmaya (Jarrousse ve Khayt, 2010) katılanların % 75 i eşlerinin önünde soyunmaktan rahatsız olduklarını ifade etmişlerdir. Araştırmadan çıkan sonuca göre, böyle bir hastalık sonunda kişi yalnızca zarar gören bölgesiyle değil, tüm bedeniyle ve cinsel kimliği ile ilgili olumsuz bir algı geliştirmekte, tüm kişilik ve beden algısı hastalıktan etkilenmektedir. Yukarıdaki araştırmaya katılan ve göğüs kanseri nedeni ile tedavi görmüş kadınların % 26’ sı kendilerini cinsel anlamda daha az çekici bulduklarını ve bedenlerinden memnun olmadıklarını ifade etmişlerdir. Kadınların yarısında üzüntü kaynaklı, anksiyeteden depresyona kadar giden birçok psikolojik rahatsızlık gözlenmiştir (Dolbeault ve ekibi, 2008).
Birçok hasta, aktif cinsel yaşamı, hayatta kalmanın ve yaşamaya devam etmenin bir kanıtı olarak görmektedir. Bu beklenti, onların yalnızca hayatta kalmak değil her yönüyle yaşamaya devam etmek istediklerini göstermektedir. Kanser tedavisi sonrası yetişkin genel nüfusta erkeklerin % 40- 45’inde ve kadınların % 20-30’unda cinsel işlev bozukluğu yaşanıyor (Lüe ve ekibi, 2004). Kanser tedavisi gören insanların, cinsel işlev bozukluğu ile ilgili araştırmalar henüz 1980’lerden bu yana yapıldıǧı için oldukça yenidir. Bu araştırmalar, kanserin türü ve tedavi yöntemlerinin (cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, hormonal tedaviler ve ilaç tedavisi) cinsel bozuklukların oranında artışa neden olduğunu göstermiştir. O halde uygulanan tedavilerin cinsel hayatı en az etkileyecek şekilde olmasına özen gösterilmeli ve tedavi boyunca psikolojik desteğin verilmesi gerekmektedir (Brotto ve Kinngsberg, 2010).
Bununla birlikte yapılan birçok araştırmada, kanser tedavisi yapan doktorların Fransa ve diğer ülkelerde, hastanın cinsel hayatı ve kanserin cinsel hayat üzerindeki etkilerini dikkate bile almadıkları tespit edilmiştir. Doktorlar için esas ve öncelikli olan hastalığın iyileştirilmesidir. Hastalar açısından da ise öncelikli hedef, hayatta kalmak olduğu için, cinsel yaşam ile ilgili kaygılarını ifade etmeye bile çekinmektedirler.
Bu problemi aşmak için ekip çalışması gerekir. Bu ekip, hastanın hayat öyküsü ve kişiliğine göre bir terapi stratejisi geliştirmeli ve hastanın tıbbi tedavi sürecini en iyi şekilde atlatmasını sağlamalıdır. Bu aşamada, öncelik ne olmalı sorusu ile karşılaşılmaktadır : psikoterapi, cinsel terapiye, kemoterapi? Bunu belirlerken kişinin aile durumunu ve içinden bulunduğu kültürü de dikkate almak gerekir (Jarrousse, 2007).
Kanser hastası olan kişilerin cinsel problemleri sağlıklı kişilerin problemlerinden farklı bir çerçevede değerlendirilmelidir. Çalışmaya katılan kadınların % 40’ı kanser teşhisi ve kanser tedavisi sonrası cinsel hayatlarının değiştiğini ifade etmekte, ancak hastalık ortaya çıktığında ve tedavisi sırasında cinsel sorun yaşayacakları konusunda neredeyse hiç yok denecek kadar az bilgilendirildiklerini söylemektedir. Bu sonuçlar bize, bu alanda çalışan meslek gruplarının (jinekolog, onkolog, doktor, cerrah, hemşire, psikolog vs.) konuyla ilgili eğitilmesi gerekliliğini göstermektedir. Özellikle de göğüs kanserinde bu ihtiyacın daha belirgin olduğu görülmüştür.
Kanser hastalığının teşhisi ve tedavisi sürecinde cinsel yaşam doğrudan etkilenmektedir. Bu olumsuz etkiye karşı terapötik müdahale, tanı ve tedavi süresince düzenli ve aralıksız devam etmelidir. (Anderson, 1985)
Yapılan çalışmalarda cinsel bölgelerle ilgili çok ciddi sorunların olduğu ortaya çıktıǧı görüldü .Bunların sırasıyla, cinsel istekte azlık( %64), disparoni-aǧrılı cinsel ilişki( %38), ıslanma bozukluğu( %42) ve orgazm bozukluğu(%30) olduǧu görüldü (Bimi ve Mondy, 2001).
Cinsel yetersizlik sorunları, uygulanan tedavinin niteliğine göre değişmektedir. Örneğin göğüs kanseri olan bir kadın hastada, memenin tümüyle alınması yerine kısmen alınması ve estetik yapılması beden algısı ve cinsel hayatı daha az olumsuz etkilenmektedir ( Dolbeault ve ekibi, 2008).
Böyle bir hastalık durumunda hasta eşinin de cinsel yaşamı bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Burada « cinsel aktivite kanseri azaltır veya çoğaltır mı? Eşin aldığı radyasyon ilişki esnasında diğer eşe bulaşır mı? » gibi bazı sorularla karşılaşılmaktadır (Brotto ve Kingsberg, 2010).
Diğer yandan saǧlıklı eşte de hastaya bakan olma rolü ve gelecekle ilgili kaygılar nedeniyle bazı yeni sorunlar ortaya çıkmata bu da hastanın artık bir cinsel partner olarak görülmesini engellemektedir.
Kaynak:Nóella Jarrousse (2011). Sexualité, couple et TCC, volume 2, 121-130