Kaygı Bozukluğu, Anksiyete
1) Kaygı bozukluğu, anksiyete nedir? Nasıl ortaya çıkar, daha çok kimlerde görülür?
Burada önce kaygı ile korkuyu iyi ayırt etmek gerekir. Korku yakın çevremizdeki gerçek ya da olası bir tehlike karşısında ortaya çıkan ani duygusal bir tepkidir. Korku tehlikeyle orantılı olduğu sürece hayatta kalmayı sağlayan gerekli bir duygudur. Kaygı, endişe, bunaltı ya da bilimsel adıyla anksiyete ise o anda olmayan ama ortaya çıkması beklenen bir tehdit karşısında hissedilen fiziksel gerginlik ve tetikte olma halidir. Kişide sürekli kötü bir şey olacağı beklentisi bulunur ve buna yönelik abartılı bir tedbir alma veya kaçınma davranışı gözlenir. Anksiyete atağı yoğun stres yaratan bir olayın ardından aniden başlayabilir ve aynı durumu yeniden yaşama beklentisiyle kaygı bozukluğuna dönüşebilir. Hafif tedirginlikten kalp çarpıntısı, nefes alamama, nabız yükselmesi, ter basması, bedende uyuşma, uyku bozukluğu, bilinç bulanıklığı gibi belirtilerle kendini gösteren, panik derecesine kadar varan boyutlarda olabilir. Bir uykudan kabusla uyanma halinde hissedilenlerin gün boyu sürmesi şeklinde yaşanır. Genellikle erken yaşlarda, büyük çoğunluğu 35 yaşından önce ortaya çıkar, hastalık diyebilmek için belirtilerin en az altı ay sürmesi, işlevselliğin bozulması gerekir. Kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazladır. Daha çok evhamlı, mükemmeliyetçi, çocukluğunda çatışmalı ve belirsizliğin hakim olduğu ortamlarda büyüyen, mizaç olarak hassas kişilerde görülür.
2) Her türlü olumsuz olay ve doğal felaketlerle ilgili haberlerin kısa sürede geniş insan kitlerine ulaşması insanların psikolojisini nasıl etkiliyor?
İlerleyen teknoloji, televizyon ve internet sayesinde herkesin her şeyden haberdar olduğu gittikçe küçülen bir Dünya’da yaşıyoruz. Salgın hastalık, yangın, sel, deprem gibi doğal felaket haberlerine sürekli şahit olma, Dünya’nın tehlikelerle dolu güvenilmez bir yer olduğu inancını ve buna bağlı korkuları besliyor. İnsanın doğal felaketler karşısındaki güçsüzlüğü, doğal kaynakların sınırlılığı ve gittikçe azalması gelecek kaygılarını artırıyor. Normal koşullarda kaygılı diyemeyeceğimiz insanlar bile doğal çevredeki bu hızlı değişimler ve felaketler karşısında kaygılanmaya, kendisi için olmasa da yakınları ve çocuklarının geleceği için endişe duymaya başladı. Bunu terapi ortamında da görmek mümkün. Geçmiş yıllarda görüşmelerin içeriğini ilişki ve aile sorunları oluştururdu, son birkaç yıldır bu değişti, artık görüşme içeriğini ülke gündemi ve gelecek kaygısı belirliyor. Kişisel güvenlik, sağlık sorunları, ekonomik sorunlar, doğal afetler ve bunların neden olduğu kaygı sorunları en sık çalıştığımız konular olmaya başladı.
3) Bu tür haberlerin kaygıya yatkın kişiler üzerinde etkileri nelerdir?
Herhangi bir kaygı sorunu olmayan sağlıklı insanlar bile doğal afetler karşısında panik nöbetleri yaşayabilir, yoğun bir şekilde yaşamlarını ya da sevdiklerini kaybetme, delirme, kontrolü kaybetme korkusu hissedebilir. Bu son derece insani ve normal bir durumdur. Ancak bazı kişilerde bu durum yoğun yaşanarak hastalığa dönüşebilmektedir. Burada Kişilik özellikleri, mizaç, geçmiş yaşam deneyimleri etkili olmaktadır. Korkuyu kalıcı kılan bunu tetikleyen doğal afetlerin neden olduğu belirsizlik ve geleceğe ilişkin güven kaybıdır. Süreğen kaygı ve panik atak krizleri tedavi edilmezse depresyon gibi başka hastalıklarla bütünleşerek daha ağır bir duruma gelebilir. Özellikle pandemi sürecinde yaşanan sosyal izolasyon, yalnızlık ve ölüm korkusu, kimseden yardım isteyememe birçok kişide kalıcı kaygı bozukluklarına neden oldu.
4) Normal seviyede ki bir kaygı durumu ne zaman hastalığa dönüşür, hastalığa dönüştüğünde hangi belirtileri gösterir?
En önemli belirti kişinin kaygı yaratan olayları hayatının merkezine koyması, zihninin sürekli bununla meşgul olmasıdır. Panik nöbetleri sırasında düşünce akışında bozulma, zihinsel karışıklık, şaşkınlık, kendine ve çevresine yabancılaşma, aşırı bir korku ve uyarılma hali görülebilir, duruma uygun olmayan abartılı tepkiler ortaya çıkabilir. Bu zihinsel süreçlere çarpıntı, üşüme, terleme, titreme, nefes almada güçlük, baş dönmesi, bulantı, kusma, karıncalanma ileri durumlarda bayılma gibi bedensel belirtiler eşlik edebilir. Kişinin işlevselliği bozulur, daha önce başarıyla yaptığı şeyleri yapamaz hale gelir, geleceğe ilişkin umutsuzdur, depresif belirtiler gösterebilir. Bu belirtileri gördüğümüzde normal kaygının hastalığa evrildiğini anlayabiliriz. Bazı durumlarda kaygı bozukluğunu başlatan olaylar ortadan kalksa bile bu belirtiler kalıcı olabilir, hastalık hali uzun yıllar devam edebilir.
5) Kitlesel iletişim araçlarının doğal afetleri sürekli haber yapması kaygılı bireylerin artmasına hatta toplumsal bir kaygı bozukluğuna denen olur mu? Kişisel kaygı genelleşmiş bir toplumsal kaygıdan nasıl ayırt edilir?
Bütün canlı türlerinde bir tehlike karşısında birbirine haber verme ve ortak hareket etme güdüsü vardır. Bu türün devamı için işlevsel bir davranıştır. İnsanlar da ayna nöronları sayesinde birbirleriyle empati yaparak sosyal grupları oluşturur, ortak davranışlar geliştirirler. Bu çoğu zaman bir arada yaşamak ve güvende olmak için gerekli bir durumdur. Empati sayesinde diğerlerinin duyguları deşifre edilerek, üzülenle üzülüp, sevinenle sevinerek ortak bir anlayış geliştirilir. Ancak salgın, hastalık, doğal felaket gibi durumlarda bu özellik bazen ters etki yapabilir. Çünkü birçok duygu gibi kaygı da bulaşıcı bir duygudur. İnsan doğası gereği çoğunluğun inandığına inanma, bunu mutlak gerçek olarak görme eğilimindedir. Bireysel kaygı dar bir çevrede yaşanırken kaygılı insanlar çoğaldıkça karşılıklı etkileşimle sosyal kaygıya dönüşebilir. Sosyal kaygı yaşanan sorunların olduğundan daha büyük algılanmasına, kişilerin kendini daha çaresiz ve güçsüz hissetmelerine yol açabilir. İşte bu nedenlerden dolayı içinde bulunduğumuz süreçte bir çeşit toplumsal anksiyetenin yani kaygının varlığından söz edebiliriz.
6) İçinde bulunduğumuz süreçte artan anksiyeteyi yenebilmek için neler yapılabilir?
Anksiyeteyi hafif, orta ve ileri düzey olarak sınıflandırırsak, hafif sevideki anksiyete için genelde bir şey yapmak gerekmez, olumsuz koşullar düzeldiğinde oda kendiliğinden düzelir. Orta düzey anksiyetede basit yaşamsal düzenlemeler ve bilişsel davranışçı psikoterapi, maddi manevi kayıplarda destekleyici psikoterapiler faydalı olur. Bu seviyede ki bir kaygı durumu ihmal edilirse ileri düzey bir anksiyete bozukluğuna dönüşebilir. Başka hastalıklarında eşlik ettiği, işlevselliğin bozulduğu ileri düzey bir anksiyete sorununda bir psikiyatrist desteği ve ilaç kullanımı gerekebilir.
Bunlara ek olarak bazı kişisel çabalarla da anksiyeteyi yönetmek mümkündür. Bunların başında bedensel duyum-felaket yorumu-korku kısır döngüsünü ve buradaki zihinsel çarpıtmaları fark etmek gelir. Yorumların gerçekliğini test edip alternatif düşünceler oluşturma çoğu zaman oldukça işe yarar. Ayrıca bu düşüncelerin zihnin bir ürünü olduğunu kabul edip, direnmenin onları daha da güçlendireceğini bilerek akıp geçmesine izin vererek anda kalabilme de bir rahatlama sağlar. Nefes ve gevşeme egzersizleriyle bedensel duyumları kontrol etme, korku duygusundan kaçınmak yerine güvenli bir ortamda imajinasyon yoluyla deneyimleme de anksiyeteyi azaltan tekniklerdir. Yine odak noktasını değiştirme, spor, sanat gibi faaliyetlere yönelme, sosyal aktivitelerde yer alma, duygu günlüğü tutma gibi uygulamalarında anksiyeteyle baş etme konusunda yardımcı olacağını söyleyebiliriz.