Psikolojik açıdan göç, yarattığı sorunlar ve aile danışmanlığı
GÖÇ NEDİR?
Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerden başka bir yerleşim yerine gitme, taşınma, hicret veya muhaceret ( Türk Dil Kurumu )
Evden eve taşınma hali, nakil..
TARİHÇE
Göçün Adem ile Havva’nın yasak meyveyi yiyerek cennetten kovulması ile başladığını söyleyebiliriz
Göçten ilk bahseden Heredot yazıtlarında doğduğu yerden başka yerde yaşayanların davranışlarındaki tuhaflıklara bakarak, onlara görünmeyen bir şeytanın eşlik ettiğini söylemiştir
Homeros’ un İlyada romanının meşhur kahramanı Odiseus tanrı Posedion’u öfkelendirdiği için 20 yıl boyunca yurdunu aramış, yurduna dönmesi engellenmiş buna rağmen geri dönmeye çabalamıştır.
Tarihte göçle ilgili ilk büyük araştırma Johannus Operius adlı Basel’li (İsviçre) bir hekim tarafından 1678’de yapılmış, tespit ettiği semptomlara “Nostalji” yada “İsviçre hastalığı” adı vermiştir. Daha sonra 1920’lerde alman psikiyatr Grepellin buna”kökten kopma sendromu” demiştir.
Ülkemiz, özellikle 1950 yılı sonrasında yoğun bir göç olgusu ile karşı karşıya kalmıştır.
Genelde doğudan batıya veya Avrupa’ya emek göçü şeklinde olan bu akımlar neticesinde, büyük bir nüfusun yer değiştirdiğini söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Sadece 1965 – 2000 yılları arasında yer değiştiren nüfusun toplam nüfusa oranı % 50’nin üzerindedir.
1980’li yılların ortalarına kadar bu göç akımlarının gönüllü emek göçü şeklinde olduğu görülmektedir. Bu kişiler, gerek geldikleri yerlerle ekonomik bağlarını koparmamaları ve gerekse de yerleştikleri kentlerdeki kaynak ve imkanların henüz tükenme aşamasına gelmemesinin de etkisiyle, ekonomik gereksinimlerini göreli olarak daha rahat çözüme kavuşturma imkanına sahip olmuşlardır. Ancak bu dönemden sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden gerçekleşen zorunlu göç olgusu, toplumsal dinamikleri en fazla etkileyen hususlardan biri haline dönüşmüştür.
KİM GÖÇ EDİYOR?
Göç Çeşitleri
-Tek başına yapılan bireysel göç
-Ailecek yapılan göç
-kitlesel göç
-göç yaşamış bir aileden gelme (sarkaç psikolojisi).
YAPILIŞ BİÇİMLERİNE GÖRE
İç Göç: Herhangi bir ülkenin sınırları içinde oluşan göçlerdir. Bu yer değiştirme hareketi sırasında ülke nüfusunda herhangi bir değişme söz konusu değildir. Genellikle iç göçlere bağlı olarak kent nüfusları artarken kırsal nüfus azalmaktadır. İç göçler;
Kırsal alandan kırsal alana (Tarım sektöründe emek gücü göçü)
Kırsal alandan kentlere (Köyden kente emek gücü göçü)
Kentlerden kentlere (Memur ataması, aile birliğinin sağlanması için)
Kentlerden kırsal alana (Emeklilerin köyüne geri dönmesi yada tatil yörelerine yerleşi)
doğru olmaktadır. İç göçlerin en fazla görüleni kırsal alandan kentlere doğru olanıdır. Verimli tarım alanları endüstrinin geliştiği bölgeler ticaret merkezleri maden yatakları bakımından zengin olan bölgeler ve turistik yöreler göçmen çekerler.
Dış Göç
ise: Bir ülkeden başka ülkelere olan göçlerdir. Göç veren ülkenin nüfusu azalır. Bu dönemde yaklaşık 5 milyon kişi Avrupa’ya göç etti. Dış göçler oluşum nedenlerine göre 5 gruba ayrılır:
Zorunlu Göçler
(Sığınma Göçleri) : Savaş baskı veya zulümden açarak başka ülkelere yapılan sığınma göçleridir. Örneğin 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında Kuzey Irak halkının bir bölümünün ülkemize göçü bu türdendir.
Yer Değiştirme
(Mübadele) Göçleri) : Bir antlaşmanın esaslarına dayanılarak yapılan ülke nüfuslarının karşılıklı olarak yer değişmesi ile oluşan göçlerdir. Örneğin Kurtuluş Savaşı sonrası Yunanistan ile yapılan anlaşmalarla ülkemizde yaşayan Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler arasında yer değiştirme göçleri yaşanmıştır.
Gönüllü Göçler
: İnsanların çeşitli nedenlerle kendi istekleri doğrultusunda sürekli yaşamak için başka ülke veya kıtalara gitmesiyle oluşan göçlerdir. Örneğin Avrupalıların yeni dünya kıtalarına göçü bu türdendir.
İşgücü Göçleri
: İnsanların işsizliğin fazla olduğu geri kalmış ülkelerden iş olanakları fazla olan endüstrileşmiş ülkelere gitmesiyle oluşan göçlerdir. Bu göçle işçi gönderen ülkeler döviz sağlar ülkede işsizlik azalır ülkeler arasındaki ekonomik siyasi ve kültürel ilişkiler gelişir. Örneğin 1960 yılından itibaren Türkiye�den çeşitli Avrupa ülkelerine işçi göçü olmuştur.
Beyin Göçleri
: İyi eğitilmiş elemanların daha iyi çalışma olanakları sağlayan ülkelere gitmesiyle oluşan göçlerdir. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında Alman bilim adamlarının ABD’ye göçü bu türdendir.
GÖÇÜN SOSYAL BOYUTLARI
Göç edenlerin özellikleri :
Sebebi ister ekonomik, isterse zorunlu olsun, göç eden insanların büyük bölümü, kırdan ya da göreli olarak daha az gelişmiş küçük yerleşim yerlerinden hareket etmektedirler.
Bu insanlar, geldikleri yerlerde geniş aile kavramı içinde ve dayanışma halinde bir hayat sürmektedirler. Büyük bir çoğunluğu göreli olarak düşük eğitim seviyesine sahip bulunan bu kişiler için büyük şehirler kendilerinden uzak, bu güne kadar yaşadıklarının ötesinde yerlerdir. Genellikle aranılan vasıflara yeterince sahip olamadıkları için, iş bulma açısından da vasıf gerektirmeyen işlerde çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Göç eden kişilerin kökleriyle olan bağlarının sıkı bir şeklide devam etmesi ve ilişkilerinin merkezine, ayrıldıkları yerleri koymuş olmaları, bu kişilerin bir toplumsal yaşama tarzı olarak içinde bulundukları toplumu değil, geldikleri yeri kabul ediyor olmaları sonucunu doğurmaktadır. Bu ise, bu iki farklı grubun bütünleşme sürecini olumsuz etkilemektedir. (Bilgin, 2003)
– İlk etki: Gettolar oluşturma ve gecekondulaşma:
Göçün yarattığı zorluklarla baş etmenin en yaygın yollarından biri bildiğimiz gettolaşma eğilimidir. Benzer kökenlerden gelen insanlar tehlikeli olan yada tehlikeli addettikleri yeni dış çevreye karşı normal koşullar altında yakınlaşamayacakları kadar yakınlaşıp kendilerine bir getto kurarlar.
Getto sonuç olarak bir tür dayanışmanın ağıdır, gücün neden olduğu kayıpları telafi etme çabasıdır. Ancak sınırları keskin, esnek olmayan bu tür bir sosyal dayanışma başlangıçta işlevsel olsa da uzun sürede entegrasyonu engelleyip içinde yaşanılan toplumun dışında kalınmasına yol açabilir. Daha sonra kendi dinamiğini yaratarak şiddet ve suçun yatağı olabilirler. (İrfan Kuzu; 2005)
-Geçiş dönemi sancıları:
Kente uyum, zamana bağlı olduğu için belli bir süre sonra şehre gelenler apayrı bir kültür meydana getirmektedirler. Kentleşme, aile yapısı üzerinde eğitim, kültür, teknolojik imkânlar ve konfor sağlamak gibi olumlu etkilerde bulunması yanında, aile bağlarının zayıflaması, gençlerin aile dışında gruplara kayması gibi olumsuzluklar da getirir. Suça yönelmeler, boşanma ve evlilik dışı ilişkiler bu negatif etkilerin sonucudur. (Balcıoğlu, 2001)
GÖÇ SÜRECİ VE YAŞANANLAR
Göç öncesi,
Göç yolculuğu,
Göç sonrası varılan yer.
Kaybedilen şeylerin boyutu.
İnsanın sevdikleri, yakın çevresi, ilişki ağı, dili kültürü, işi yada okulu, geliri hayat standarttı, içinde yaşamaya alıştığı köyü, kenti yada yurdu.Bunlar ne kadar çoksa risk faktörü o kadar yüksektir.
Göç sırasında ne kadar güvenli, tehlikeli ve meşakkatli olduğu da yaşanan travmanın boyutunu etkiler.
Varılan yerin ne kadar kabullenici yada reddedici olduğu, ekonomik imkanları, hayat tarzıda sağlıklı bir uyumun gerçekleşmesini kolaylaştırır veya zorlaştırır veya zorlaştırır.
GÖÇTE NELER OLUYOR
1-zaman ve mekanda kopuş: her mekanın, şehrin kendine has bir zaman akışı, insan kalabalığı mekan ve mesafe algısı var. İstanbul’daki zaman akışı, iki mekan arası mesafe ile Mardin ya da Kars’taki zaman ve mesafe aynı değil. Buda göç yaşayan kişide boşlukta olma, kaybolmuşluk, hiçlik duyguları yaratıyor.
Örnek: bir danışanın yıllar sonra bile yaşadığı şehirde güneşin nereden doğduğunu bilememesi, köyünde hangi dağın ardından ne zaman doğacağını bildiğini anlatması gibi (Video sürü)
2-Yaşam tarzındaki farklılık: kırsal kesimde, geleneksel, var olana uyulan, nerede nasıl davranılacağının gelenek ve göreneklerle belirlendiği, alışkanlık ve ritüellere dayanan (buna organik yaşam da deniyor) bireye rahatlatan bir yaşam varken, birey yada aile
büyük şehirde modern bir hayat, kontrolünün az olduğu, nerede nasıl davranılacağının deneme-yanılma yoluyla öğrenildiği, sınırları belirsiz, yabancılarla dolu, güvenilmeyen bir yaşamı uyum sağlamak zorundadır.
KÜLTÜREL AKTARIM
Bu iki şekilde olur:
Dikey eksen
: Çocuklar, özelliklede erkek çocuk vasıtası ile olan soyadının ve ocağın devamı.
Yatay eksen
: Evlilik yoluyla oluşan hısım ve akrabalarla yapılan kültürel aktarım.
göç yaşayan bir kişi yada aile o güne kadar hiç tanımadığı, farklı bir kültürü, örf, ve ananesi, farklı bir hayat tarzı, inancı, dili (şive veya lehçe farki bile önemli olabiliyor), giyim-kuşam tarzı farklı (burnuna hızma takan kız, küpe takan erkek vs.) olan başka insanlarla evlilik, ticaret, komşuluk yoluyla hısım yada akraba olmakta, karşılıklı bir etkileşime girmektedir.
Burada; katı bir “Ben-biz” şemaları ayrıştırmaya ve patalojiye, esnek bir bakış açısı, ötekini bir tehdit unsuru değilde zenginlik olarak görüp algılamak uyum ve sağlıklı bir iletişimi sağlamaktadır.
SARKAÇ PSİKOLOJİSİ
Uzun süren bir kaygı ve korku durumu, kendini evinde hissetmeme duygusu insanlarda giderek artan boyutlarda olduğunda psikoz dediğimiz rahatsızlıkları yaratabiliyor. Genellikle evde konuşulan her olay, gergin hava, evdeki psişik durum, çocuklara şu veya bu şekilde mutlaka yansıyor. Ebeveynlerin olumsuz anıları tıpkı çocukların kendi yaşam öyküleriymiş gibi onlar tarafından özümseniyor; öyleki o ilk göç olayını yaşamamış çocuk yaşam öyküsünü birine aktarırken, içtenlikle anne babasının öyküsünü kendi yaşam öyküsüne katarak anlatıyor. İlk önce onlara sahip çıkma isteğiyle başlayan bu durum bir süre sonra gerçekten kendi yaşantısıymış gibi bir anlatıma dönüyor. Çocuk dışarıdaki yaşam ile anlattığı kendi geçmişi arasında ikileme düşüyor. Bu tür aktarıma “Sarkaç psikolojisi” deniyor. Yani bir sarkacın gidip gelmesi gibi çocuğun benlik bilincide, kişiliğide anne-babasının yaşam öyküsüyle kendi yaşam öyküsü arasında gidip geliyor, hangisi kendi gerçeği hangisi ailesinin birbirine karşıyor. (Serol TEBER)
PSİKOLOJİK AÇIDAN GÖÇ
YURTDISINA GÖÇ EDEN TÜRKLER İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR
Yurtdışında göçle ilgili çeşitli araştırmalar yapılmıştır.1987 yilinda Belçika’li psikiyatri Antoine Gailly çesitli somatik rahatsızlıklarla klinikleri dolduran ancak gözle görülebilir bir rahatsızlığı bulunamadığı için psikiyatriye yönlendirilen çoğunluğu türk kökenli yabancı asıllıların sorunlarına neden çare bulunamadığını merak etmis, 244 yetiskin türk üzerinde çalışmımış, 400 şikayetten oluşan bir liste ile yaptığı anket ve gozlemlerinden aşağıdaki sonucları bulmuştur.
PSİKOLOJİK YARDIM ALMAYA GELİŞ SEBEBLERİ :
Sıkıntı, moralsizlık, unutkanlık, bas ağrısı, apathi, kendini köyü hissetme, sırt ağrısı, sürekli yorgun olma kolayca ağlama, uykusuzluk, bunaltı, gözlerde ağrı, kabuslar, karı koca uyumsuzluğu, cinsel problemler, vurup kırma arzusu, genellikle sinirli olma, ellerin titremesi, öfke patlamaları, güçsüzlük, kemik ve eklemlerde ağrı kalp çarpıntısı, ayaklarda agrı, mide ağrısı.
Dr. Gailly, bazı semptomların ve davranışların türk kültürüne özgü olduğunu, mesela öfke ve saldırganlığın çoğunlukla kendini depresif belirtilerle gösterdiğini, erkeklerin öfkelenmeye, kadınlarınsa hasta olmaya hakları olduğunu gözlemlemistir.
Dönemin diğer arastırmacıları Kleinman ve Good’da bu durumun şasırtıcı olmadığını agresivitenin hoş görülmediği birçok kültürde somatik sikayetlerle kendini gösteren depresyonun engellenmiş agresivite olduğunu belirtirler.
Türk toplumunda göçün etkileri sıklıkla konversiyon histerisi, saldırganlık ve depresyon şeklinde görülmekte. Çalışılan grubun hem bireysel hem sosyal, hemde ilişkisel davranışlarında hep bir ikilem yaşamakta olduğu, hayatın anlamını yitirdiği, çocuklarına karşı hem şiddet uygulayıp hemde aşırı koruyucu oldukları, evlilik ilişkilerinde kriz anlarında agresif ve reddedici, akabinde yoğun pişmanlık duyguları yasadıkları gözlemlenmistir.
Genellikle türk toplumunda hastalar, şikayetlerini hızlı ve detaylı bir şekilde anlatmakta ancak yakınmaların gerisindeki gerçek sorunu görememekte, kadınların kaygılarını doğrudan anlatırken öfke ve saldırganlıklarını dolaylı bir şekilde depresyon ve somatizasyonla, erkeklerse tam tersine saldırganlıklarını doğrudan, üzüntü ve kaygılarını dolaylı bir şekilde ifade etmekte, sanki etkilenmiyormuş gibi davranmaktadır. Yasadıklarını sanssızlık, kıskançlık, nazar değmesi, büyü ile açıklama eğilimi var, olayların böyle dış etkenlere bağlanması kaderci, edilgin bir yapıyı göstermekte.
Günümüz arastırmacılarından E. TAS ; 2010 yılında yaptığı bir çalışmada; göç sonrası en sık görülen psikolojik zorlukları üç grupta şöyle özetler :
Bireysel anlamda ; depresyon, kaygı bozuklugu, travma, psikosomatik şikayetler, disosiyasyon, kimlik sorunu, şiddet ve cinsel işlev bozukluğu
Evlilik ve çiftte, çatışma, iletişim sorunu, şiddet, cinsel işlev bozuklukları,
Ailede, aile içi çatışma, kuşaklar arası çatışma, şiddet, evden gitme
Burada somatizasyonun niteliği önemlidir. Bu yalnızca bir düşünce tarzı değil, kültüre özgü karmaşık semboller ve metaforlardan olusan psişik bir süreçtir. Bu yüzden yakınmalara takılıp kalmak yerine altta yatan asıl sebebi anlamaya calışmalıdır.
AİLE DANISMANLIĞINDA TERAPÖTİK YAKLASIM ÖNERİLERİ
Psikiyatrik açıdan bakıldığında göçün sadece Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) değil aynı zamanda depresyon, anksiyete ve somatik bozukluklara, güvensizlik, ümitsizlik, bastırılmış öfke, içe kapanma, davranış bozuklukları gibi sorunlara sebep olduğu görülmektedir. Eğer göç zorunlu yapılmış ise tüm bu sorunlar dahada şiddetli görülmektedir. (Tamer Aker, 2007)
Türkiye dahil batılı olmayan bazı ülkelerde somatizasyon sıklıkla rastlanan bir durumdur, kültürel yapılanmayla ilişkili bir şekilde kadınlarda daha sık gözlenir. Sorunlarını yakın çevresinde söze dökmekte güçlük çeken kadınların bunları çeşitli ağrılar, sindirim sistemi yakınmaları gibi bazı fiziksel belirtilerle somatize ettikleri görülür? (Tamer Aker, 2007)
1980’de yapılan bir araştımada hastaneye çeşitli şikayetlerle gelenlerin % 70’inde psikosomatik şikayetler olduğu bununda yine % 70’in kadınlar olduğu görülüyor. Kadınların terapiye çeşitli organ ağrılarıyla buna karşın erkeklerin “akut paranoid reaksiyon belirtileriyle geldiği tespit edildi. Eğer bu durum bir yurt dışı göçü ise en büyük sorunun dil bilmemek olduğu görülüyor.
Genellikle tetikleyici ufak bir sürtüşme veya olayı takiben ağır bir korku durumu, bilinç bulanıklığı, hezeyanlar, halusinasyonlarla başlayan bir ‘akut psikoz’ tablosuyla ortaya çıkıyor, doğru anlaşılıp uygun tedavi yapılmadığında kronik psikoza doğru kayabilmektedir. (Serol TEBER)
Göç olgusundan bihaber hekimler, böyle bir durumla karşılaştıklarında ağır psikiyatrik teşhisler koyuyor, ağır ilaçlar veriyor ve tam anlayamadığı hastasını iyileştirmek yerine dahada kötüleştirebiliyor.
Danışman karşısında oturan kişinin yada çiftin somatize ettiği semptomların yeni durumlara uyum çabası olabileceği, bununda içinden geldiği kültür, sosyal rol ve cinsiyetinden bağımsız olmadığını hesaba katmalıdır.
Bir yerden başka bir yere göçmek, sosyal rolün değişmesi, köklerinden kopup yeni bir hayata uyum saglamak zor ve travmatik bir durumdur. Sabırlı ve detayli öykü alınması hem tanı hemde terapotik yaklaşım için oldukça önemlidir.
Burada bağlanma korkusunun anlaşılması gerekir (bağlanırsam tekrar kopabilirim, acı çekerim, öyleyse bağlanmamalıyım ), bu duygu yerleşik bir düzene geçmeyi zorlayan her yeni durumda (evlilik, çocuk isteği yada doğması, büyük maddi yatırımlar) kaygı ve anksiyete duygularını artırarak psikoloji rahatsızlıklara sebebiyet verebilir.
Tedavi yaklaşımı bireysel yada tüm aileyi içine alan göçün psikodinamiklerini dikkate alarak yapılan bütüncül bir yaklaşım olmalıdır. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olan danışanlarda bilişsel-davranışçı yaklaşımların etkili olduğu görülmüştür. Gurup terapileride aynı kaderi yaşayan kişilerde anlaşıldıkları ve yalnız olmadıklarını görmeleri, buldukları pratik çözümleri paylaşmaları açısından faydalı olabilmektedir.
Terapilerin amacı; belirtileri azaltırken kişiye bunlarla başa çıkabileceği gücü vermek, ve mevcut sorunlarına karşı çaresiz olmadığı herşeye rağmen bazı şeylerı kontrol edebileceği duygusu vermektir.